MAYIS 2008

RUSYA 

Yıl 1919, 19 Mayıs…
Mustafa Kemal Samsun’a çıktı.
Neden? 
Yurdu işgal eden emperyalist devletlerden kurtarmak için halkı… Sultan Vahidettin’ in destek verdiği söylenir Mustafa Kemal’e…
Kimler işgalciydi? Bilmeyen yok galiba. Demokrasinin beşiği İngiltere, her fırsatta eşitlik ve demokrasi dersi veren Fransa, İtalya, Yunanistan….
Memleketimizde gözü olan, ilk fırsatta işgal edeceği söylenen, dünyadaki yegane tehlike komünizmin ağa babası Rusya neredeydi? YANIMIZDA…
İşgal yıllarında Sovyetler Birliği Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesine sürekli destek verdi. Bakın şu resmi kayıtlara:
 
            Kurtuluş Savaşı için S.S.C.B’den Türkiye’ye:
 
40.000 tüfek, 
50.000 sandık mermi, 
66 top, 
150.000 kadar top mermisi gönderildi.
Bunlar Kurtuluş Savaşı boyunca alınan dış yardımların % 83 ü idi.
Zaman bir çok şeyi unutturduğu gibi eski düşmanları, dostları da unutturdu. Bizler İngiliz’i nasıl kovduk, Fransız’ı nasıl püskürttük, İtalyan’ı nasıl postaladık, Yunan’ı nasıl denize döktük derken farkında olmadan bu lafları ezbere bağladık, hem böyle söyledik hem de kol kola girdik.
Kıbrıs’ta bize ambargo uygulayan, ülkemde darbeler tertipleyen, kontrgerillayı ülkeme sokan Amerika ile ahbap olduk. Uğruna gençlerimizi astık. Çavuşu geldi kaymakamı tokatladı, sustuk.   
Ne? Rusya’mı? O iyilikler çoktan unutuldu. Dost Rusya oldu Komünist Rusya. Kurtuluş Savaşı’nda desteği esirgemeyen, emperyalizme karşı mücadelede yanımızda olan Rusya’nın dağılışını alkışladık. Kadınları orospu oldu diye sevindik. Eee ne de olsa komünistti onlar, insan mıydı… 
Bugünlere nasıl geldik bakın:
Yıl 1949. CHP milletvekili, 12 Mart döneminin kukla Başbakanı, “Balyoz” harekatı mimarı Nihat ERİM ne diyor: “Türkiye küçük Amerika olacak!...”
6 kere gidip 7 kere geri gelen, sonunda tepeye oturan Cumbaba DEMİREL solcu öğretmenlerin görevden atılma, sürgün edilme gerekçelerini açıklarken: “Türkiye nüfusunun % 42’si 15 ve ya daha aşağı yaşlardadır. Bu ülke gençlerin çoğunlukta olduğu bir ülkedir. Gençleri eğiten öğretmenler Amerika’ya karşı oldukları takdirde, yarının kuşaklarının Amerika’dan nefret etmesi kaçınılmazdır. Onun için çok geç kalmadan bu soruna bir çözüm aranmalıdır.”
Özal, Tansu, Mesut, Hoca, Tayyip?... Var mı farkları? Yok…
Şimdi anlaşıldı mı bizi kimler itti Amerika’nın , İngiltere’nin koynuna…
 

                                                                            Tolga YAYGIN



EŞİTLİK ÜZERİNE

“Dünya kuruldu kurulalı, bize yüzsüzce tekrarlayıp dururlar: İnsanlar eşittir, ama dünya kuruldu kurulalı, insan soyu eşitsizliklerin en çirkini ve en yaygını içinde yaşamaktadır”
İşte böyle diyor GRACCHUS BABEUF, “Eşitlerin Manifestosu” nda… Marx, Babeuf’un öğretisini “Kaba Eşitçilik” olarak yorumlasa da, katılmamak elde değil Babeuf’a. Yoksa, ne yani gerçekten insanlar eşit mi? Buyurun bakalım…
Anne karnında başlar eşitsizlik, doğumda devam eder. Kimi çocuklar özel odalarda, alanında en iyi hekimler yardımıyla dünyaya gelir, kimisi metruk bir evin izbe bir odasında, doktorsuz… Dünyaya geldiğinde annesi de yoktur artık kiminin… Buna alınyazısı deyip geçtik…
Kimisi oyuncaklarının sayısını bilmez, yine de yetinmezken kimisi ona bakıp yutkunmakla yetinir.
Sonra okul zamanı gelir… Kimi bir deftere üç dersin notunu sığdırmaya uğraşadursun, kimisi üç defter parasını bir tenefüste harcar. Aynı puanı almalarına rağmen kimi devlet üniversitesinde sıradan bir bölümde okurken kimisi paraya kıyar, özel üniversite de hukuk okur, sonra da adalet dağıtır…
Hala eşit olduğunu düşünen var mı? Varsa devam…
Üniversite biter, kiminin adı iş başvuru formlarına (bilmem kaçıncı kez) yazılırken, kiminin adı Meclis kulislerinde kartvizit arkasına yazılır… Kimi 15 yaşında iş adamı olur, kimi bir ayakkabı fazla boyamanın hayalini kurar. Kimi 50.000 dolar taksitle gemi alır 25 yaşında, kimi işsizdir hala. Kimi ambulans gelmediği için ölür, kimisi ambulansı ticari araç olarak kullanır…
Hala insanlar eşittir diyen var mı? Yuh artık. Ne yani? Bugün Irak’ta doğan çocukla Londra’da doğan çocuk eşit mi?...
 
Tolga YAYGIN

 

 
SOSYAL GÜVENLİK REFORMU

Halkın onaylamadığı, içine sindiremediği uygulama ve yasalar halka rağmen iki yöntemle hayata geçirilir.  Birincisi, zorla, dayatmayla. Bu yöntem faşist diktatörlüklerde, beylik, emirlik vb.  yönetimlerde görülür. Baş efendi ne derse o olur. Ayak takımı(!) işe karışmaz. İtiraz edersen hooop içeri...

İkinci yöntem ise makyajlama, süsleme olarak adlandırılır ki buna yalan ve ya aldatmaca da denir. İşte Sosyal Güvenlik Reformu'nun hazırlanması ve onay süreci bu ikinci yöntemle yapılmıştır.

"Efendim sistem çökecek!" Hadi ordan. İnsanları 65 yaşında emekli edince sistem kurtulacak mı? Hesaplayın bakalım 1 vekilin maaşı kaç emekli maaşı?

Aslında söylenen şudur: "Ey Halk! Uyumaya, anlattığım masalları dinlemeye devam... Sen uyu, ben bu arada bir kaç yıl Meclis'e gidip, ceylan derisi koltuklarda oturup kıyak emekli olacağım. Yandaşlarıma, partililerime yaptığım kıyaklar da cabası. Sen 65'ine kadar çalış, oturduğun yerlerin kızarsın kuru sandalyede. Ama niye kızıyorsun ki? Devlet kim? Siz değil misiniz?"

Yasa için iki öneri:
1. Kendinize yeni hukuk danışmanları bulun. En azından hukukun insan için olduğunu bilen kişiler olsun lütfen. Buna rağmen yine de "Bu yasa çok iyi" derlerse;

2. Başbakanlık, Bakanlıklar ve Meclis'te  60 yaşın altında kimse işe alınmasın...

Bunları yapın da görün o zaman armut mu dalda, dal mı armutta...

                                                                                                                                              Tolga YAYGIN


DENİZLER… 6 MAYIS 1972… ÜLKENİN ALNINDAKİ LEKE…
 
6 Mayıs 1972… Saat 01:25 Deniz idam sehpasında… 02:25 Yusuf, 03:00 Hüseyin…
 
“Bağımsız Türkiye” sloganını her fırsatta dillendiren, kendilerini ülkenin bağımsızlığı için feda eden üç genç. Suçları neydi? Amerikan emperyalizmine ve ülkemdeki sömürüye karşı durmak, düşünmek, lider olmak. Sözde mahkemeye sorarsanız ülkeyi yıkmak. Ülkeyi yıkmaya çalışsalar, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucularından İsmet İNÖNÜ infazları engellemek için çaba harcar mıydı ey beyni küçük insanlar…
 
Ama sistem kurbanlarını belirlemişti. Üçe üç. Bu tiyatronun oyuncuları da belliydi. Mahkeme başkanı Ali Elverdi ( ki eminim adını hatırlayan pek az insan vardır, sonradan rejisör onu AP milletvekili yaptı…), savcılar Fazıl ALP, Tevfik TÜRÜNG, Sami UĞUR, yüksek rütbeli pek çok subay, gardiyanlar, sivil göreviler vs. vs… Kendilerine tepeden verilen senaryoyu iyice çalışmış, hata yapmamaya özen gösteriyorlardı…
 
“Üçe üç” çığlıklarıyla idamları onaylayanla, aslında aciz insanlardı. Menderes, Zorlu ve Polatkan’ı ordu asmıştı. Eee tabi bunlar ordu deyince kuyruklarını bacak aralarına alıp kaçacak delik aradıklarından, güçleri ancak üç gence yetti. Aynı insanlar sonraki yıllarda ordu “gel” deyince gelecek “git” deyince gidecek kadar korkaktılar.
 
Deniz elli dakika kaldı ipte… Yusuf’un akrabalarına yazdığı mektubu vermediniz ailesine, “Hüseyin’i bekletmeyelim” diyecek kadar vicdansız, infazları espriler yapıp sigara içerek seyredecek kadar insanlık dışıydınız. Yan yana yaşayan insanların yan yana gömülmelerinden bile korktunuz. Ne oldu?
 
Sonuç aslında Yusuf’un darağacındaki sözlerindeydi: “Ben halkımın bağımsızlığı ve mutluluğu için şerefimle bir kez ölüyorum. Sizler bizi asanlar şerefsizliğinizle hergün öleceksiniz. Biz halkımızın hizmetindeyiz, sizler Amerika’nın hizmetindesiniz. Yaşasın DEVRİMCİLER, kahrolsun FAŞİZM”
 
İnsanlar hala çocuklarına onların isimlerini koyuyor, onları her an anıyor, ideallerini devam ettiriyor ve izlerinde yürüyorsa, emin olun unutulmadılar, unutulmayacaklar.
 
Onları asanlar ve astıranlar bakalım daha kaç yıl ABD nin kucağına oturacaklar?…

NOT: Denizler MERSİN'de 11 Mayıs Pazar Saat:09:00-18:00 arası 68'liler Barış ve Kardeşlik Ormanı'nda etkinliklerle anılacaktır.
 
Tolga YAYGIN


DOKUNULMAZLIĞIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ

 

      İstanbul ve Ankara’dan farklı olarak Mersin’de 1 Mayıs kutlamaları coşku içinde geçti. Birkaç küçük tatsızlık dışında olumsuzluk yaşanmadı ve 1 Mayıs adına yakışır şekilde, bayram havasında geçti…
   
  Yaşanan birkaç küçük gerginlikten biri idi DTP milletvekilleri Fatma KURTULAN ve İbrahim BİNİCİ’ nin kontrol noktasında üst aramasına itiraz etmeleri. Toplanma yerine gelen herkes kontrol noktalarında arandı. Bu miting güvenliği için gerekli bir tedbirdir. Binlerce kişi arandı, iki kişi hariç. Tahmini zor değil herhalde. Pek sayın vekiller. Kendilerini arama noktasına davet eden polise “sen kimsin üstümüzü arayacaksın” diye çıkıştılar. Eeee ne de olsa dokunulmazlıkları var. 
    
   Biz millet olarak vekillerimizin bizden bir hatta birkaç gömlek üstte imtiyaz almalarına alıştık aslında. Geçtiğimiz günlerde vefat eden MHP eski milletvekili Mehmet GÜL’ ün bir TV programında öğrenci arkadaşa “Dikkatli konuş, karşında milletvekili var” deyişi hala kulaklarımda. Hazmettik mi? Ayrı konu. 
       
      Fakat bu durumda anlamakta zorlandığım bir şey var. “Demokrasi” nidalarıyla ortaya çıkanların (ki bu sadece Kurtulan ve Binici için değil, tüm vekiller için böyle) en küçük problemde dokunulmazlık zırhını ileri sürmeleri…

       Evet demokrasi, eşitlik hepimize gerekli. O alanda oyunu aldığınız insanlar aranırken, siz itiraz etmeyip, hatta bir adım ileri gidip “Buyurun bizi de arayın” deseydiniz galiba daha çok sempati toplardınız. 
       
      Madem eşitlik, işte eşitlik burada başlar!...
Tolga YAYGIN

İŞÇİ BAYRAMI ERTESİ

Sonsuz teşekkürler sayın iktidar, sayın vali, emniyet müdürü ve kendi halkını, komşusunu, çocuğunun öğretmenini, yaralandığında kendisini tedavi eden, hayata döndüren doktoru coplayan polis memurları. Çok teşekkürler... Aklımızı başımıza getirdiniz. Ayak olduğumuzu hatırlattınız.

Kim demiş Mussolini, Hitler öldü diye? Taksim için yaşanan olayları görünce "Gaz odaları nerede?" diye sorası geliyor insanın. Sabah 06 da başlayan gaz bombalı, sulu müdahale ne için? Beyler aklınızı başınıza alın. Kendi halkına bu muameleyi reva gören insancıkların kendilerini gözden geçirmesi gerekmez mi? Bunu da geçelim. Biraz vicdan ve utanma duygusu gerekir. Polis evine gidince çocuğuna ne diyecek acaba? "Öğretmenini dövdüm çok yorgunum" YAZIK!...

Yıllardır değişmedi bu kafa. Zorlamayalım değişmeyecekler. Yalnız birer tane Türkçe sözlük edinmelerinde yarar var. "Demokrasi" ne demek belki öğrenir, anlarlar...

Son soru sizlere :

"Biz çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakacağız. YA SİZ!..."
Tolga YAYGIN


1 MAYIS VE TAKSİM

          Sayın vali GÜLER’ in 1 Mayıs-Taksim kutlamalarıyla ilgili sözlerini duyup ta dehşete düşmemek mümkün değil… Uyarı sınırını aşıp tehditlere varan laflarını duyunca kanı donuyor insanın. Başbakan ve bakanların sözlerini duyunca aslında çok ta kızamıyor insan, onların atadığı valiye…
           Demokrasinin öneminin daha bir anlaşıldığı bu dönemde diktatör zihniyetiyle ülke ve kent yönetmek, insanları sindirmeye çalışmak bu çağda yeri olmayan bir tutumdur…
        Herkesin bildiği durumu tekrar etmekte yarar var. Taksim meydanı bir çok etkinliğe açık bir alan. Kızılay meydanı da öyle. Ya da herhangi bir kentteki merkezi bir alan. Konserler düzenlenir. Belediyeler, valilikler ya da diğer bir çok kamu kuruluşu değişik etkinlikler yapar.. Çevre sakinlerinin durumunu düşünmeden kent merkezinde saat 24 e değin kutlamalar, konserler yapılır. Takımı galip gelen Taksim’e Kızılay’a koşar. O sırada balkonlarında oturan insanların canlarından olduğu olur. Bu tip kutlama ya da etkinliklerde de bazı kendini bilmezlerin yarattığı olumsuzluklar yaşanabilir, hak ve özgürlükler mitinglerinde de…
     Devletin yani devleti temsil eden organların görevidir provokasyonları ve provokatörleri önlemek…
      Yani, polisin gelip “buralarda çok hırsız var, bu mahalleyi boşaltın, burada oturmanıza izin veremeyiz” sözleri saçmadır, suçluları yakalaması ve insanların evlerinde huzur içinde yaşamasını sağlaması mantıklıdır.
        İşte tıpkı ilk seçenekteki gibidir yapılan, saçmadır. Siz suçluları bulun. İnsanlar bayramı kutlasın. Sonra yönetiminiz altındaki insanların rahat bir bayram geçirmelerini sağladığınız için huzurla uyuyun…
         Kaldı ki kanlı 1 Mayıs provokatörlerinin kimler olduğu açıkça ortadayken yeni bir olaya izin vermemek büyük ölçüde sizin elinizde. Yoksa verilen mesaj çok acıdır: “Devlet provokatörlerle baş edecek güçte değildir…” Sizce öyle mi?
                                                                             Tolga YAYGIN


Tüm hakları saklıdır. Copyright © Tolga YAYGIN



Burada yayınlanan yazıların tamamı aynı zamanda www.tolgayaygin.com.tr internet sitesinde yayınlanmaktadır.
www.tolgayaygin.com
 
 
30 Nisan 2008 den bugüne 5929 ziyaretçi (11194 klik) ziyaret etti!...
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol